30 Haziran 2015 Salı

On the road

denizin dalgasını duyuyorsun
ayın yansımasını görüyorsun sonra
o kokuyu çekemiyorsun içine
nedendir bilinmez deniz kokmuyor burada
sonra bir şarkı geliyor aklına
tüm o yaşanmışlıklar
alabildiğine düşünmeye başlıyorsun
nerede hata yaptığını
ne kadar sevdiğini
hiç yalan söylemediğini
çabaladığını
emek sarfettiğini düşünüyorsun
o nerede
ne yapıyor
beni düşünüyor mu diyorsun
ama asla emin olamadan
sevdi beni
diyorsun
denizi kokluyorsun tekrar
bu vapurda
denizin ortasında bir yerdeyiz
bu anı değerlendirmek gerek diyorsun
bir yere ait olmamanın verdiği umudu hissediyorsun
hayat aslında o kadar da kötü değil
uzaya ışınlanmasak da olur diyorsun

o da beni düşünür neden düşünmesin
geçmişi düşünür ama o hep
ya da geleceği
aslında hiç "şu an"ın tadını çıkaramadı
diyorsun
sonra sessizce şarkıyı söylemeye başlıyorsun
kimseler duymadan

khonak an dam ke neshinim dar eyvan, man o to



bunların sana yazıldığını anlayacaksın
sonra yüzünde hafif bir tebessüm oluşacak
belki bugün değil
bir gün
yazmaktan vazgeçersen bozuşuruz demiştin
ben de vazgeçmiyorum
senin için


29 Nisan 2015 Çarşamba

“Ben çok içtim!”

İnsan suçlamak istedikten sonra her şeyi suçlayabilir. Şartları suçlar, kaderi suçlar, yaptıkları için kendisini, yapamadıkları için karşıdakini ve bu kompozisyonu dizayn ettiği için Tanrı’yı. Tatlı ama zararlı bir alışkanlıktır suçlamak, bir kez başlandı mı önü alınamayan. Bizim hikâyemizin ilk çeyreği, onu suçlayıp durmamla geçti. Durup durup neden diye soruyordum kendime. Neden? Beni neden sevmiyor? Sevmiyor madem, neden çekip gitmiyor? Bütün bu bir araya gelememeler yan yana olamamalar neden? Kafamın içinde milyon tane nedenle, çok geceyi sabah ettim gözümü bile yummadan… Derken, onun bu halini kabullenip, zehirli “neden” sorularını kendime yöneltmeye başladım. Sen neden bırakıp gitmiyorsun peki? Değer mi bütün bunlara? Neydi ki onda olup da başka hiç kimsede bulamadığın, seni görünmez zincirlerle kendine bağlayan şey? En az birinci çeyrektekiler kadar yıpratıcı bir sürü “neden namlusu”nu dayayıp kafama, elimde şarap şişesi, çok sabahladım kenar mahalle parklarında, hiçbirinizin haberi olmadan… Sonra ikimizle de uğraşmaktan yorulup, kadere yönelttim bütün öfkemi. Cevapsız “neden”lerimi bira kutularına sokuşturup gökyüzüne fırlattım aylar boyunca. Küstüm, sitem ettim, küfrettim gecelerce. Allah affetsin… Ve en nihayetinde taşlar yerine oturdu. Nihilizmle peşimizden devşirme bir kolaj yapıp kendime, suçlamayı da bıraktım, nedenler sıralamayı da. Bütün çaresizliğimle tevekkülün şeffaf ve muğlak kollarına bıraktım kendimi. Böyle olması gerekiyormuş demek ki dedim. İnsan, götünü de yırtsa değiştiremeyeceği şeyleri değiştiremiyormuş dedim. Yine çok ağladım. Yine çok içtim. Ama ara sıra dua da etmeye başladım. Hiç beddua etmedim. Sabır dedim. Sabrettim… Bir gün bütün bunlar bitecek elbet. Öyle veya böyle. Bitecek. Sözüm olsun, o zaman radikal bir karar alıp içkiyi bırakacağım. Romantik bir akşam yemeği hazırlayacaksın bana. Masada bir şişe şarap olacak. Centilmen bir erkek olarak şişeyi benim açmamı bekleyeceksin. Ben de şişeyi açıp sadece senin kadehini dolduracağım. “Ee sen içmiyor musun?” diyeceksin. Gülümseyerek “Yok” diyeceğim “Ben çok içtim!”. Sen sessizce kafanı sallayıp, şaraptan ciddi bir yudum alacaksın. Ben de gülümsememi hiç bozmadan seni izleyeceğim…

Aliler Aliler


30 Ocak 2015 Cuma

Zaman Sonra

Saat 04:04
Konu sen.
Gözlerinle üzerimi ört
yanıyorum sensizlikten.
Kelimelere sığınıp sızıyorum
boğazımda bir anason dem vuruyor
ve yaz ortası
bildiğim bir sokakta kayboluyorum
gülüşün aklımla oyunlar oynuyor.
Korkuyorum
yemin ederim korkuyorum
güzelliğine gözyaşlarımla gölge düşürmekten,
gidersen kapanır cennet
Tanrı bile vazgeçer insanoğlunu sevmekten.
Seviyorum
ve gitgide ürkütüyor beni  bu sevgisizlikten,
gülüyorum
ve tüm şehir sen kokuyor hasretinden.
Şimdi avuçlarını açsan
rüyalarımı alıp ben uçacağım
ve korkuyorum
konduğumda kendi kanatlarımı kıracağım.
İşte o zaman
ellerinleyiz,
hadi gel sev beni.
İşte o zaman
senleyiz,
bir yudum ol sar beni.

-Umutcan Savcı

29 Ocak 2015 Perşembe

İstanbul



bugün İstanbul mağdur
tecavüz edilmiş 
yalnız kalmış 
sığınmış köşelerde ağlıyor

         kimseye açamaz derdini 
         anlarlar mi halinde İstanbul'un

                     adına yazılmış şiirler
                     adına söylenmiş şarkılar varken 


                             gerçekten anlarlar mi seni İstanbul ?





elveda Edith!!

gerçeklerle yaşayabilseydik keşke 
duygusal olmak 
hayal kurmak 
sonra o hayallere inanmak 

bütün yapageldiğimiz bu değil mi
her gün 
bu kadar sıradanız iste 
sefil kadınların dünyası 
yapış yapış duygusallık 
elveda Edith!!

Ben olsam Tanrım

           “İğde çiçeklerinin kokusu bir şehri sarmışsa, hüzün usulca kaybolmalı o şehrin sokaklarından.”  Baharın o ikindi tatlılığını yaşamalı bütün insanlar. Mesela her bahar bütün insanlar bir gülün dikenine takılıp ellerini kanatmalı ve küfretmeli. Ama yaşamalı insanlar. En azından o baharı sağ salim atlatmalı. Ne yani ben Tanrı olsam bahar günü ölmeyi yasaklarım insanlara. Canlarını almam. Ne zorum var ki bir bahar ikindisinde sakalı yeni çıkan bir ergeni yetim bırakayım. Ne zorum var sobasını yakamayan bir ninenin tek dayanağı olan kızını yanıma alayım? Ben Tanrı olsam doğayı diriltirken bütün insanlığı şahit tutarım bu olaya.

           İsyan değil elbette. Anlayamamak benimkisi. Ölümü bir türlü anlayamamak... Doğum günümde… Bana öğretilen baharda toprağa cemre düşer. Baba, anne, evlat yani beden değil. Cemre düştüğünde ısınan toprak, bir bedenle beraber kararıyor. Nefes alan cesetlerin hayatlarıyla beraber… Özür dilerim Koca Veysel benim sadık yârim kaybolacağım toprak olamaz. Çünkü bugün oturdum ve ölümü düşündüm. 20 yaşına yeni girmişken ve hayat o kadar da güzel değilken. Yazmak ve yaşamak kafa ruhlar.

Tanrım bahar günü ölmeyeyim, insanların kapı önü sohbeti kesilmesin.

         Ölümün yeni bir başlangıç olabilmesi için geride kalanların da yeni bir hayata başlamaları gerekiyor. Bir hafta sonra şiş gözlerle aynı okula gitmek değil. Ya da herkesten ‘bak şimdi’yle başlayan cümleleri duymamak için bile ölünür. Bahar diyordum. İlkbaharı yaşayan bir insanın son nefesini vermesi ne büyük ironi Tanrım. Mezarların içinde iğde çiçeklerinin kokusunu duyabiliyor muyuz Tanrım?

Aslında işleyişi değiştirebilsek ölüm fena değil, bir gideri var Tanrım.

Ben senin yerinde olsam Tanrım; sapık ruhluları bahar günü öldürürdüm. Babaları değil.

Ben olsam Tanrım, cennetteki paralel yapıyı çökertirdim. Mikail’de bir şeyler var. Kış günü güneşleniyoruz.

Ben Tanrı olsam Tanrım, babalara bazı günler izin verirdim dünyaya gelsinler diye. Çocuklarının doğum günleri buruk geçmesin.

Sen yine de iyisini bilirsin.


-Rindmeşrep.


18 Ocak 2015 Pazar

Ben bilirim!

Bakma sen benim bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma,
Ben çok gülerim...
Ve ben gülerken
Hiç kimse yalan olduğunu anlamaz
C.S

Yüreğimi ezip geçtiğin zaman bilemedin ayak izlerinin bende kalacağını. Yüreğimin, kalbimin üzerinde yürüyorsun ya merak ediyorum. Kırık parçalarının üstünde yürümek acıtmıyor mu canını? Senin canın benimdir. Cânanın canı acırsa, benim ruhum kanar.

Ey benim gönlüme düşen ilk cemre. Sen geldin, sen güldün benim buz gibi toprağım ısındı. İsmim cennette yetişir dedin, seni o toprağa fidan olarak diktim ben. Bir güldün… Can suyu gibi dirilttin gönlümü, 20 yıllık yaşamımın en bereketli yağmuru… Bir sustun, ya bir sustun… Bütün susuşlar hayret etti bu suskunluğa. Kitaplar şapka çıkardı. Sen bir sustun Nazım sustu, Cemal sustu, Turgut sustu, Tomris küstü…

“Allah bana bir kalem verdi mürekkebini ben buldum.” Kalem ne yazarsa senden izler taşıdı. Kimse bilmesin sana yazdığımı. Bir sen bil bir de Baharlar bilsin… Sonrası zaten ben seni bir mezar taşına, bir çiçeğe, bir çocuğa, bir anneye anlatırım. Onu da bilme sen. Sen anca benim olduğunu bil. Neden mi ben? Seni öyle sahiplendim ben. Sana benden başka bir mısra değse yabancı bildim. Senin gülüşünü sahiplendim. Ama özür dilerim susuşuna alışamadım.

Ben sana sırtımda kambur, omuzlarımda yük, gözlerimde yaş, ellerimde şiir yalın ayak geldim. Ne kamburumu ne yükümü ne yaşımı gösterdim sana. Yalnızca şiir olsun dedim. Nasıl ki yemeğe başlarken besmele çekeriz, senin gözlerin de şiirle başlar dedim. Onu da sen benimsemedin. Ama ben seni öyle “benim”sedim.

Sen bilmezdin arada 300 küsur mesafe varken elimden gelen bu. Yanımda olsan böyle olur muydu?

Sen bilmezdin seni şiirleştirdiğimi.

Sen bilmezdin beni sevip sevmediğini.

Ben biliyorum seni seviyorum


-Rindmeşrep